18 Şubat 2012 Cumartesi

Lemis Bangkok'a dönüyor


13.2.2012 Sihanoukville - Bangkok

Bizim koltuğumuzun numarası bir ve iki. Bu otobüslerde ilginç bir şekilde hep üst taraflarda koltuk oluyor, alt kısım şoför ve bagaj. Bazen de alt kısıma da koltuk koyuyorlar ama 5 sıra falan. Bizim bu otobüsümüzde yoktu. Full bagaj yeri.


Sizlere tavsiye, en önden yer almayın. Yollar çok kötü olmasa bile, şoförün tam üstünde oturunca her sollamada hayatın film şeridi gibi önünden geçiyor ve “hah, işte bu yaşadığım son solama, eşhedü….” Şoför düz yolda solamıyor, virajlara girerken arabaları, öküzleri, traktörleri, motorsikletleri, öğrenci gruplarını vs. solluyor. Şehre girince gaza basıyor, özellikle bisikletlileri hiç iplemiyor. Saatler sonra, hiçbir yerde durmadan, kimse ezilmeden, biz de ölmeden sınıra 15 dakika kala duruyoruz.


 Önceden Bora bize haber vermişti, sınıra gelmeden tanıdık bir otelde durup yemek yedirtiyor, akrabalara ek gelir sağlıyorlarmış.
Bizim koltuğumuz en ön sırada, ama ayak konulacak yer yoktu, bacaklarını uzatabiliyorsun sadece. Başta hoşumuza gitti, ama bir saat sonra kuyruk sokumu kıçımıza batmaya başlayınca, tüm koltuklar da dolu olunca üzülmeye başladık. Lemisi uyuttuk, ama o da öyle bir uyudu ki, popo köşe oldu çok fena bir şekilde.
Otobüsün durduğu yer gayet temiz ve güzel bir yerdi. Pad Thai ve fried rice tıktık, yemek bulamama korkusu içinde. Yarım saatlik moladan sonra yola devam.



Neyse, yol boyunca bol bol kitap okudum, sınıra gelirken de Kamboçyanın en uzun köprüsünün üzerinden geçtik.
Kamboçyanın en uzun köprüsü

 Sınırda herkes pasaport bölümüne hücum etti. İki kişi çalışıyor, iki otobüs dolusu insan ve 40 derece sıcaklık. Herkes önümüze geçti, bir sürü insan pasaport bölümünde. Sıra falan yok tabiî ki, Türk usulü sıra bekleme nasıl olur? Sağdan ve soldan kollar uzanır, önüne geçmeye çalışır. Ben de Lemisi boynuma aldım ve gölge ayağına önlere geçtim. Memurlar çok yavaş çalışıyorlar, fotoğraf çekiyorlar, parmak izi alıyorlar, ve bu arada çay içiyorlar. Önümde almanlar, söylenip duruyorlar, önlerine geçenlere sayıp sövüyorlar, ben de onların önüne geçince de köpürüyorlar ama elimde çocukla da bir şey diyemiyorlar.

Kurtuluyoruz. Az bir yürüyüş yolundan sonra Thai sınırına ulaşıyoruz. Oradan da hemen geçiyoruz.
Özlediğimiz o küçük Hindistan cevizlerinden alıyoruz, sütü çok lezzetli ve eti de bol. Minibüse binmemiz gerekiyor, nerede kaldı? “Tuwendy minit” yani 20 dakika sonra gelir deniliyor. Bir saat bekledikten sonra da 15 dakika oluyor. bir Van geliyor, doluyor ve gidiyor, biz hala bekliyoruz. Neyse, Won diye bir Koreliyle karşılaşıyoruz, geçen gün Sihanoukville de tanıştık. Sanat bölümünde Filozof profesörüymüş.

İki saate yakın bekledikten sonra bir Van nihayet bizi de alıyor. 100 km gittikten sonra başka bir Vana geçiş yapıyoruz. Sınırdan Bangkoka 390 küsür kilometre yol. Yollar gayet iyi, Van hızlı ve şoför çılgın. Arabanın içinde bir 19 yaşında velet feci içki tüketiyor. Arkadaşları bizim korkumuzu alıyor, kusan değil, sızan tiplerdenmiş. Saat sekizi geçiyordu, Khao San road taraflarına vardık. O şuursuz da kimseyi kusmuğa bulamadan da varabildi. Kafama kussaydı döverdim herhalde.

Otelimizin 200 metre yakınına indirdi araba resmen! Otelimiz “New World City Hotel”, girişi baya havalı, bizim bölümümüz arkaya bakıyor, resepsiyonu da ayrı bir tarafta. Kuran fuarı mıdır nedir, bir sürü sakallı hacı hoca gelmiş, otel de çalışan kadınların da çoğu kapalı. Müslüman otelimizde bizim gibi kafirlerin ne işi var?
Odamız 701, yedinci katta, koridorun en sonunda sağda. Lemis uykudan uyanıyor ve asansör dümesine basmak için zıplıyor. Eşyaları bırakıyoruz koca odamıza ve sokaktaki restorana yemek yemeye gidiyoruz. Bizim ilk Bangkoka geldiğimiz akşamki restoranın yanına oturmuşuz! Aradan 8 hafta geçmiş, yine aynı yerdeyiz. Çok banal yemekler seçiyoruz, etrafımızdakiler koca koca balıklar sipariş etmişler, “Wow” diyerek saldırıyorlar yemeklerine.

Çok geç olmadan yatalım bari, ama yine çok geç oldu be! Lemise bir dondurma alıyoruz ama.
Odamızda internet çekiyor, ama ben sızıp kalıyorum.


14.2.2012 Valentines day in Bangkok

Bebek gibi uyuduk. Yatağımız rahat, otel sessiz, ne horoz sesi, ne rüzgar, ne de yağmur, dalga sesi vs. Uyumadan önce klimayı kapattık, giderayak zatüre olmayalım diye. Buz dolabın fişini bile çektik, rahatsız etmesin diye.
Kahvaltı saat 7:30 ve 10:00 arası. Biz saat dokuzda kahvaltımızı yapmaya gittik. Kahve, tost ekmeği, reçel, sosisli, soğanlı, fasülyeli bir yemek, omlet, patates ve meyve. Lemis hepsinden yiyor. İstanbul’a dönünce Lemisi büyümüş göreceksiniz.


Bangkok’a erkenden geldik, alışveriş yapmak istiyoruz. Odamıza çıktık, sözüm ona hazırlanıyoruz… 3 saat oyalanıyoruz. 


Blog yazısına foto ekledik, çizgi filmi izledik, yattık, sonunda çıkalım dedik.
Bugün çok yürüyeceğiz gibi geliyor bana, ve gerçektende çooook yürüdük!
Bangkok ta su yolları ve köprüler zebil gibi. Venedik hak getire. Sular çok pis görünüyor ama içinde bir sürü büyük balık var. Bu balıkları yemem desek te kim bilir kaç sefer bu balıklardan yemişizdir balık çorbası veya balıklı noodles isterken.

Önce bir iki tapınak gezdik, sorumluluğumuzu hallettik.





İlk adresimiz China Town. 
köprüler tamir ediliyor

Yollarımızı kaybede kaybede buluyoruz sonunda Çince yazılmış bir sürü yer. Önce tabut yapan ustaların yerini buluyoruz. En iyi marangozlar buradaymış, onlar da tabut yapıyorlarmış. 
çok havalı tabut yapıyorlar

tabut yapımında bir numaralarmış
Bazı nalbur geziyoruz, bir fırça ve tahtadan yapılmış “wc” işaretleri buluyoruz. toplam 5 euro harcıyoruz ama 8 tane ahşaptan oyulmuş çiş yapan kız ve erkek şekilleri alıyoruz. 

marangoz da ıvır zıvır


Teak ağacından kapı yapan ustaya fiyat soruyorum, 110 euro’ya 80x200 cm lik masif kapı satıyorlar. Dandik Amerikan kapılarından iki kat daha pahalı, ama en az yüz yıl dayanır bu kapılar.

Şu çin pazarın asıl girilen yerini bulamadık! Saat da geç olmaya başladı, dükkanlar kapanmaya başlıyor. Ama yinede biraz cashew, bir sticky rice pişirme sepeti, bir de geçen yüzyılın sigara ve bira reklamlarının eskitilmiş fotokopilerini alıyoruz. 

susamdan yapılmış bir domuz.

Pazarın içinden geçerken Lemisin çocuk arabasını iyice birleştiriyorum ve elimde taşıyorum. Başka çare yok, pazar yeri hem dar hem dolu. Şöyle üç kişi alışveriş yapmak da ne yorucu, kaybolmasınlar diye kasılıyorum, Lemise hakim olmaya çalışıyoruz, bir de alış veriş yaparken de “bunu alalım mı?” soruyu sorup mantıklı insan olarak “Türkiyede var(baharatlar)ne gerek var(mutfak gereçleri), hiç kullanmayız(mutfak gereçleri, baharatlar) mantıklı sonuçlara varıyoruz ya… Ne sıkıcı!

Beş yıl boyunca mutfak dolaplarımızda sürünen bazı baharatlar vardı. Daha yeni eve taşındığımızda attık. Taa Bangkok’tan 2005 yılında aldığımız bazı baharatları(kabuk tarçın, Star Anis, vs) Almanyada iki kere bir evden öbür eve taşıdık, sonra üşenmeden onları( büyük, en az iki kilo ağırlığında bir bez torbadan bahsediyoruz)Almanyadan Türkiye’ye taşıdık. Üç kere daha taşındık, ve sonunda taksimdeki evimize girerken o torbayı yine taşıdık.

Alışveriş yaparken biraz mantığı bırakmak lazım, yoksa elin boş dönersin.


“Baba, uyuyabilirmiyim?” Lemis arabasında uyumak istedi, arabayı açtık ve çin pazarını bitirdik. Lemis uyumaya başladı. Nasıl bir uyku! İki saat boyunca arabasında uyudu, biz bu arada başka pazarlara gidiyoruz.
Kardeşim Levent için İPhone kılıfı aramaya çıktık. Kaset şekline benzeyen bir kılıf istedi, İstediğini bulamadık, saatlerce bakınmamıza rağmen. Kesin night markette buluruz dedik ve yolumuza devam ettik. Telefon parçaları satan bir sürü han vardı, hepsine girip çıktık. Bin bir çeşit, ama hepsi kitsch.
CD ve DVD satan bir sürü sokaktan geçtik. Hepsi korsan olduğunu dememe gerek yok herhalde. Binlerce CD, ve sonra iki üç sokak boyunca sırf porno film satan insanlar. Ne yazık ki çocuk pornoları bile satılıyor. Böyle film çekenlerin, satanların ve satın alanların hepsini…
Devam ediyoruz, bizim kuzu uyuyor hala. Büyük night markete gitmeye çalışıyoruz ama sürekli yolumuzu kaybediyoruz.
Sonunda kuzumuz uyanıyor, hemde nasıl tatlı bir gülümsemeyle!

İyiki uyanıyor, çünkü çocuk arabası yavaş yavaş dağılmaya başlıyor! Ön kısmı kırıldı, yollara dayanamıyor artık. Paldır küldür kaldırımlardan indir bindir, bitti işi artık galiba. Lemis içindeyken katlanacak, az kaldı. Sonunda o gece kulüpleriyle ünlü olan gece pazarına varıyoruz. Neden bir şey bulamıyoruz? Hayal kırıklığı! Tüm gündür dolaşıp duruyoruz, daha kahvaltıyla duruyoruz. Yemek de bulamıyoruz işin komik tarafı. Kesin bizden kaynaklanıyor. Ama yinede pes etmek yok! Lumpini parkın kenarında da kocaman Pazar varmış, 3000 stant kuruluyormuş oraya, her akşam! Orda da bir şey bulamazsak kapitalizmi aşmışız demektir!
Hemen Rama IV den sağa sap, parkı geç ve orası! 


Yakın canım, arabayı açmaya değmez, yakın yakın! Ayaklarımın altı yanıyor! Lemis tüm o yolu yürüdü, biraz bizden fırça yedi, o yüzden kendi kendine şarkı söyleyerek o 45 dakikalık “hemen orası” mesafesini yürüdü.
Sonuç? Bir şey bulamadınız demeyin o koca pazarda! 

Bulamadık.

Pazar kalkmış oradan. Duvar vardı, biz de Tuktukculara güveniverdik. Daha fazla yürüyecek halimiz de yoktu zaten. Tuktuk bizi başka yerlere götürmek istedi, biz evimize dönmek istiyoruz ama. 300 Baht fiyat çekti adam. Yooook, bu biraz pahalı, biz yolun karşısına geçtik ve 7 km dönüş yoluna 85 Baht ödedik. Taksimetre 35 Baht ile açıyor, sonra da 3 baht kilometre başı atıyor. Bir de trafikte kalınca da dakika başı biraz bir şeyler atıyor. 
çişimizi bu amcanın yerinde yapıyoruz.

Taksi bizi tam kapımızın önüne getirdi. Odamıza eşyaları bıraktık ve hemen sokak köşesindeki restorana gittik ve bir kiloluk “Red Snapper” ve “shrimps chips” ısmarladık. 

Sevgililer günümüz kutlu olsun.

Lemisin bir üç yaşlarında arkadaşı var orada, çalışanların kızı. Hem masa toplamayı öğrenmiş, hem de karnını doyurmayı. Beğendiği bir şey varsa hemen araklıyor, ama çok da tatlı kız, kimse sesini çıkarmıyor. Lemis ile birlikte masaların üstünde dans etmeye başlayınca kural koymak zorunda kalıyoruz, ama Lemis de anlayış gösteriyor ve arkadaşını farklı şeylerle oyalamayı başarıyor.



Parmaklarımızı yaladık, ama koca balık yağda kızartma olduğu için şu anda kendimi çok ağır, şişko ve tok hissediyorum. Ne kadar çok kızartma yedik, allahım, bu son haftalarda! Börgh
Ama balık hem taze hem de güzeldi.
delicioso!

Balığın üzerine tatlı şart! Değil mi Nejat baba? Seven Eleven 7/24 her yerde. Lemis bir dondurma seçiyor, içinde Aspartam bile var! Çocuklara tatlandırıcı neden verirsin? Diyabet dondurması! Başka bir Seven Eleven buluyoruz, hem dondurma çeşiti daha bol, hem de dondurmalar eriyip tekrar donmuş gibi görünmüyorlar. Kornet alıyorum kendime, Lemis de yine en boyalısından, ama en azından Aspartam yok içinde. Benim kornet çok lezzetli, Lemis de öyle düşünüyor, bu yüzden benim dondurmamı ele geçiriyor ve bana kendi buz kütlesini satıyor. 

Otelimize vardığımızda yine çok geç olmuştu. Banyo, “Zaehne putzen”(dişlerimizin fırçalanması) ve haydi yatağa.
Ben Blog ve foto yüklemeye dalıyorum ve yarın sabah çook pişman olacağım.(saat 3 e geliyor!)

15.2.2012

ne işim vardı sabaha kadar internet minternet! Bugün shopping shopping shopping! Çok yürüyeceğiz yine, çook. Son tam günümüz, bu yüzden verimli olmamız lazım!

Kahvaltıda bir saat geçiriyoruz, Lemis sürekli meyve suları alıyor büfeden, bunları içmen gerek deyince de gerçekten de içiyor. Büyüyor yavrumuz bu aralarda galiba.


Otelimizde asılı duran bornozları show olsun diye giyiyoruz ve Lemis bizim fotoğraflarımızı çekiyor.
terlikler çıkmamış...

Acele macele yok, tatildeyiz, unuttunuz mu?
Nihayet çıkıyoruz. Alışveriş merkezlerin yoğun olduğu bölgeye, elektronikçilere girdik. Levent için cep telefonu kılıfı alacağız daha.
made to order

Bulduk! Kocaman alışveriş merkezi, ve sırf cep telefonu malzemeleri satıyor. İki kılıf alıyorum Levent için.

Oradan sonra Rama I caddesini geçiyoruz ve Siam square a gidiyoruz.


Paragon AVM nin içinde binlerce modacı toptan kıyafet, hediyelik eşya vs satıyor. T-shirt var zebil gibi, desenler de çok güzel, ama bizim Türkiye'dekilerden daha pahalı ve kalite de daha iyi değil.


kızımız büyüdü mü ne?

Binlerce insan toptan mal alıyorlar, gelsinler Türkiyeye, daha iyi kaliteyi daha uyguna bulurlar aslında, ama böyle bir AVM içinde bunca Modacı da bir arada bulamıyorsun galiba bizim memleketimizde. ıvır zıvır alıyoruz ve başka AVM lere gidiyoruz. Başka bir AVM nin içinde bir "Seaworld" yapmışlar, biz oradaki vatos ile fotoğraf çektirelim derken Lemis vatosa çok bağlanıyor.

aralarında bir özel bağ oluşuyor mu nedir, kuyruğundan ayrılmıyor. sonunda Nemo ile bir fotoğraf çektirip oradan kurtuluyoruz.
tip çok komik




Başka AVM ararken bir kaç küçük dükkanların önünden geçiyoruz. modacılar kendileri yapmış bu ürünlerini. Ben stilimi değiştirmeye karar versem de pek uzun dayanamıyorum bu yeni stilime.
yaaa maaaan

Ayşegülün şapkasını bu kız örmüş

bizim kolyelerimizi de bu kız tasarlamış
hepsi de çok güler yüzlüydü, alışveriş yapınca ürün değil his alıyorsun, değilmi?


Başka AVM lere de giriyoruz, ama aslında sadece dekoruna bakıyoruz, başka bir şeye bakmıyoruz.
AVM çılgınlığı

bizim Nico'yu gördük yolda, Nicolas Cage. illaki fotoğraf çektirmek istedi bizimle...

Sonunda MBT AVM sine giriyoruz. Rehberde "son gün alışveriş yapmak isterseniz ve başka yere uğramak istemezseniz buraya uğrayın" diyor. Gerçekten de her şey var. Bizim tüm gün gördüğümüz ürünler burada da satılıyor, biraz daha pahalı olsa da tek yerde bulunması güzel bir şey. Levent'e fake bir sırt çantası alıyoruz ve bir kaç ıvır zırvır daha ve çıkışa geçiyoruz. Çok acıktı karnımız, saat da 21 olmuş, eve dönüp yemek yiyelim planları yapıyoruz.

midye, yengeç, balık

Sushi var, hemde açık büfe! biraz pahalı ama mamalar güzel görünüyor. Oturuyoruz ve banttan geçen sushileri teker teker topluyoruz. Önümüzde bir kazan var, içinde sıcak su. gelen etleri, balıkları, midyeleri içine atıyoruz ve istediğimiz gibi pişiriyoruz. eğlenceli bir yemek yeme tarzı. karnımızı doyurmak için bir saatimiz var, çünkü restoran saat 22 de kapatıyor.

Resim yazısı ekle

yeşil çay dondurması

Lemis pişirmekle uğraşıyor, yemek yemek pek aklına gelmiyor ama buna rağmen karnımız iyice doyuyor. Kapanmadan önce de büfeden dondurmaları alıyoruz ve onları da afiyetle yiyoruz.

Son günümüz de güzel geçti.




16.2.2012

Bitti.
Koca 8 hafta bitti! 
Hiç bitmezmiş gibi gelse de bitti işte. 

Bugün 15.000 km yol yapacağız, tonlarca karbon uçak yakıtı olarak havaya üfleyeceğiz ve İstanbula, soğuk havalara döneceğiz. Depresyona gerek yok, özledik de birazcık. 

Ailemizi, arkadaşlarımızı özledik, işimizi de özledik. Göçebe hayatına son desek yalan olur, şimdi İstanbula dönünce yine önce Hostele yerleşeceğiz, evimizi daha toparlamadık.

Neyse. Daha alışveriş yapacağız, koca gün bizim. Kahvaltımızı kısa kesiyoruz ve saat on gibi eşyalarımızı toparlamış şekilde otelin bagaj odasına depoluyoruz.
Resim yazısı ekle

çanta hazırlamada profesyonel olduk.

Chinatown a gitmek istiyoruz ama taksilere çok yakın geliyor. Biz de Tuktuk buluyoruz, 60 Bahta anlaşıyoruz ve bizi Chinatown un göbeğine taşıtıyoruz. 


Aktara uğruyoruz ve önce biraz çay alıyoruz. Alışveriş moduna girmem gerek, yoksa elimiz boş döneriz. Hani şu alışverişe başlayınca daha da almak gelir içinden olayı var ya, işte ben de o sınırı çay almakla aşmaya çalışıyorum. Ayşegül’ün o sınırı daha yüksek, beni engellemeye çalışıyor. Hele bir kilo kurutulmuş mantar alınca tamamen kopuyor. Evet, haklı, taze mantar varken ne işin var kuru mantarla? Bir de sanki her gün mantar kullanıyormuşuz evimizde gibi bir kilo mantar alıyorum. 
"üç kişiyiz, her birimizin 30 kilo yük hakkı var ve ben o 90 kilonun hakkını vermek istiyorum, taşıyan kişi de ben olacağım, bu yüzden de karışma!" demekte haklıyım, değil mi?
Yasemin çayı, siyah çay ve başka çaylar alıyorum.

Çin pazarı bizim Karaköy pazarına benziyor biraz. Yoğunluğu ile benzese de mallar da aynı galiba. hediyelik eşyalar, takılar, toptan plastik çöp oyuncaklar, tonlarca zamazingolar.
Bayılırım! Ayşegül beni zor bela çıkarabiliyor oradan. Uçak kaçacak, saatten haberim yok. Tuktuk duruyor ve biz zıplıyoruz.
Otele geldiğimizde MBK AVM ye gitmeye zaman kalmıyor. biz de eşyaları alıyoruz ve taksiye biniyoruz. Skytrain ile devam edeceğiz, bu yüzden durağa gidiyoruz. Taksiyle havalimanına gitmek hem daha pahalıya patlar hem daha uzun sürer. Trafik berbat! 45 dakikada 6 km yol alıyoruz.
Skytrain i bulmakta biraz zorluk çeksek de buluyoruz. iki çeşit var, bir tanesi express, hiç bir yerde durmadan havalimanına gidiyor ve fiyatı çok daha fazla, birisi de normal metro, yani aslında aynı araç, yanlızca duraklarda duruyor, 15 dakika daha uzun sürüyor ve fiyatı 40 baht.
Havaalanına gelene kadar benim o mantarlı çin çöp oyuncaklı hediye çantam patlamış bile. Türk üsulu koli bandı operasyonu kurtarıyor bu çantayı.
Gerçek hayatımıza dönüyoruz, sandaletler çıkıyor, shortlar çantaya, botlar ve pantolonlar giyiliyor, moıntlar da elimize.
Çantalarımızı veriyoruz ve ben çok pişmanım! daha 30 kilo yük taşıyabilirdim, ama boş gidiyoruz.
Son Baht larımızı 7/11 de harcıyoruz: bir adet Chang Birası, iki süt ve iki sakız. tam paramızı denk getirmişiz yani. 5 Baht kalıyor cepte, yani 12 cent. bir Baht daha olsaydı onu da harcardık. Oyalanıyoruz ama vakit akıp gidiyor! koşa koşa uçağa yetişiyoruz.
Lemis heyecanlı, uçağa bineceğiz ve çizgi filmi izleyeceğiz ya hani...
Uçak kalkıyor ve Lemis uyukluyor. eh, çok geç de oldu zaten.
Ben film izlemeyi çok özlemişim. Etihad Airlines dünyanın en iyi havayolu şirketi seçilmiş, ama bence Singapor Airlines daha iyiydi. Singapur sling cocktailleri bir efsaneydi! Ama Etihad Arap, içki miçki zoraki.
Bizim koltuklar uçağın tam ortasında, penceresiz bölümde. Hostes de suratsız mı suratsız! mecburiyetten bize iyi davranıyor, belli. Ayşegül e nasıl kıllık yaparsın! Ayşegülün üstüne bir de meyve sularını döküyor ve hiç oralı olmuyor. dörtlü koltuk, Ayşegül ve Lemise sol taraftaki o kıl hostes bakıyor, benim tarafımdaki Hostes de bana ve yanımdaki suratsız yayılgana bakıyor. Hostes Lemisin yemeğini vermiyor, bunu belirtince de benim tarafımdaki hostesden istememi emrediyor, oysaki onun sırasında ve onun vermesi gerekiyor. Boş tabakları toplarken de Ayşegülü azarlıyor. Uçakta tabakları iç içe konulmasını hiç sevmezler, çünkü arabalarına sığmıyor bu tabletler iç içe olunca. Ama Lemis uykuya dalıyor ve biz de mecbur birleştirmiş bulunuyoruz bu tabakları, ayriyeten bize ne onun sevip sevmediklerinden? Ayşegülün bunun üzerine tepesi atıyor ve "you are very rude!) yani "çok kabasınız " diyor. Bizden tepki beklemedi tabiki. Pıssssssssss, havası söndü. Şikayet edeceğim falan derken kadın geliyor ve özür diliyor( pek gerçekci gelmesede), ve bize bir şampanya getireceğini söylüyor (Ayşegül: "ben Şampanya sevmem ki!").
Bir müddet sonra iki bardak şampanya geliyor, yanında da fıstık, cashew vs. Ama hostes suratsızın teki, ikramlar çok da memnun etmiyor bizi (ah, Singapor sling ah, ah, ah.)
Uçak iniyor, Abu Dhabi ye merhaba. Lemis uyuyor, gece uykusuna yatmış durumunda. Gelişimizdeki gibi tüm yolculuk boyunca uyanık kalma ihtiyacı yok artık kızımızda.
Havaalanına iniyoruz ve bir kaç kilometre havaalanın içinde bir uçtan öbür uca yürüyoruz. Lemis çocuk arabasının içinde uyuyor, bizim için pek zor değil, alıştık da zaten artık tüm bu ordan oraya yürüyüşlere.

Aktarmamız Bangkok dan Etihad Airlines ile Abu Dhabi den sonra da Türk Hava Yolları ile. üç saate yakın beklemedeyiz. Biletimizi onaylatmamız da bir saat sürüyor, yani iki saat gözlerimizi kapatabiliyoruz. İyiki Etihad'ın battaniyesini yürüttük, bizim uykumuzu tatlandırıyor bu battaniye.
Uyku çok tatlı geliyor, çok da yorulmuşuz.
Uçağımız geliyor ve biz THY uçağımıza biniyoruz. Hostes ve Host lar çok güler yüzlüler bu sefer, geç saate rağmen herkes gülümsüyor, ve hiç de yapmacık gelmiyor ve bu da Etihad somurtkanlarından sonra iyi geliyor bize. En sevdiğimiz Host da Burak oluyor. Lemis uykudayken yemeklerimizi getiriyor, Boşları kaldırırken Lemis gözünü bir açıyor, Burak da bunu görüyor ve hemen "ayy uykudan uyanıyor güzel kızımız" diye uyandırıyor ve yemeğini yedirmeye başlıyor. Çok ilgili, belliki çocuğu yok(uykudan uyandırabiliyor çocuğu) ve fena "çocuğu gelmiş" Mayıs ayında evlenecekmiş ve en az üç çocuk istiyormuş ve gerçekten de "çocuğu gelmiş" Tuvalete götürüyorum Lemisi, hemen orada rehine alınıyor, Hostların koltuğuna oturuluyor ve ikramlarla besleniyor. biz yerimize dönüyoruz, Lemis de orada eğleniyor. Saat sabahın üçü! ama Thai saatine göre saat 7 ve uyanma saati. yandık biz.
THY Etihad'a gerçekten on basar.
Bu arada "incir reçeli" izliyoruz ve bence çok güzel bir film olmuş. HİV hastası bir kız ile bir yazarın aşk hikayesi. şiddetle tavsiye ederim.
Uçak inişe geçiyor ve Lemis zorla yanımıza oturtuluyor. Fıstık, gece uykusundan uyanmış full enerji. Biz de uykusuz, pilimizin kırmızı ışığı yanıyor. İyiki Abu Dhabi de akümüzü biraz şarj ettik.
Uçak sisli puslu bir İstanbula iniyor. Kapı açılıyor ve bizi buz gibi bir havaya bırakıyor!
Bu ne! Bu neee! Bu nasıl bir soğuk?
Pasaport kontrolü falan filan, valizler vs ve hemen metroya.
Metroyla Bakırköy İncirliye. Arabamız kuzenimizin otoparkında duruyor. Sevgili kuzenimiz bizi kahvaltıya çağırmış, sms mesajını havaalanında okuyoruz ve çok seviniyoruz. Metrodan çıkıp çok yakında olduğu evine koşturuyoruz. Hava soğuk. Zili çalıyoruz ve sıcacık bir evin içine giriyoruz. Yasemin bize Türk kahvaltısı hazırlamış, Müsli falan değil ayni. Beyaz peynir, zeytin, türk çayı! Ev yapımı ekmek ve reçel! Nasıl iyi geldi, anlatamam. Lemis peynirleri ve zeytinleri görünce saldırıya geçiyor.
Kahvaltımız iyice uzuyor, ama artık eve gitme vakti de geliyor. Çıkıyoruz, ama çok soğuk hava! Lemis yarı yolda ağlamaya başlıyor" çok soğuk anne, çok soğuuuuk" diye. sıfırın altında soğukluk, 40 Derece fark var geldiğimi yer ile burası arasında!
Arabamız donmuş, ama tek marşta çalışıyor "aslanım benim" diyoruz tek ağızla.
Istanbul trafiğini de pek özlememişiz, ama hava muhalefeti de trafiğe yaramış, Chillout Cengo Hostel in sokağına giriyoruz ve Hostelin yanına park ediyoruz.
Tatil ve gezimiz burada bitiyor, gerçek hayatımıza geri dönüyoruz. 

Sonuç olarak bu gezimizin baş aktörü Lemisin enerjisine bazan dayanamasak da bizim böyle bir kızımızın olduğu için şükrediyoruz! 8 Hafta boyunca bizimle gezdi, bize çok güzel yol arkadaşı oldu.
Lemisin sayesinde bir sürü insanla tanıştık. Güzel enerjisini aldığı kişilere yaklaşıyor ve bir dokunuşla kendisine yeni arkadaş ediniyor. Lemis: dokunarak hissetmek anlamına geliyor. Ve hayatımıza da bir dokunuşla bilmediğimiz boyutlarda yeni ufuklar açıyor.
Çocukla gezmek zor değil mi? Evet zor, ama hayat zorluklarla daha tatlı olmuyormu? değeri daha da artmıyormu?
Hangisi daha lezzetli? Migros dan alınmış elma mı, yoksa bir bahçeden kendi elinle kopardığın bir elmamı?
Çocukla gezmek zor, evde kalalım televizyon seyredelim deseydik tüm bu yaşadıklarımızı yaşamamış olacaktık. Lemisin ateşi çıkmayacaktı, Ayşegülü böcek ısırmayacaktı ve ben de kafamı bir mağaraya girerken bir sarkıça çarpmış olmayacaktım.

Bu arada bu geziyi ortalama 45 dolar günlük masrafla bitirdik. Istanbulda kalsaydık daha az harcamayacaktık, ondan eminim.

Gezin görün yaşayın,
bay bay, sabai dee krap!