28 Ocak 2012 Cumartesi

Lemis in Cambodia IV, ocak 2012

24.1.2012 salı Kampot - Sihanoukville
şıpır şıpır yağmur yağmaya başlıyor, bu sefer de sağlam indirecek

25.1.2012 Çarşamba
Sabah kahvaltı, her zamanki gibi meyve ve yulaf ezmesi. Bugün bomboş bir gün geçirmek istiyoruz!

Sahile gittik ve denizimize girdik. Kamboçyanın sahilleri hayalimizdeki sahillerden değilmiş, onu gördük tekrar. Kum ve deniz güzel olsa da çöpler her yerde.


Bir süre sonra otelimize dönelim dedik. Ben gidip hamburger ve sweet potato chips aldım. tatlı patates, kestaneye benziyor. Ayşegül çok beğendi, ben bildiğimiz patatesi tercih ederim ama. Kızlar uykuya daldı, ben de iş güç ayarlamaya çalıştım, madem internetimiz var, kullanmak lazım.
Lemise Lunapark sözümüz vardı. gidelim de bindirelim dönme dolaba.

Panayır dediğimiz iki tane atlı karınca, bir balon satıcı, o kadar. Lemis çok mutlu.

Panayırdaki satıcıların yemekleri pek ilgimizi çekmiyor yine. böcekler, kızartma yılan, ne biliim, istemedi canımız.

Sahile gidip BBQ 3 dolar cılara gidiyoruz, 50 cent biralarımızı içerken barakuda balığımızı yiyoruz. çok geçe kalmıyoruz yine.


selfportrait




26.1.2012 Perşembe Sihanoukville

Kahvaltı günün en güzel yemeği olmaz mı? Şu meyveleri doya doya yemek lazım buradayken! Bir tek muzumuz kalmış, onunla idare ediyoruz artık.
Bu sabah erkenden başka yer bakalım diye çıktık otelden, 15 dolar veriyoruz, bu da bizim planladığımız bütçenin üstünde. Daha uygun aynı güzellikte yerler var, bulmak lazım.
Gittiğimiz tüm guesthouselar dolu, ya da pahalı. Bazı yabancı işletmecili yerler de çocuklu aile istemiyorlar. Utopya diye bir yer mesela: Zirzop oturmuş lagaluga yapıyor. Yeriniz varmı sorusuna “bilmem? Varmı? “ diye cevap veriyor. Ben de “ bence bunu bilmesi gereken ben değil sen olmalısın, ama ben de kontrol edebilirim sen edemiyorsan” deyince boş bir deftere bakış tan sonra “oh, we are full, sorry” geliyor. Party Hostel, biz oraya uymayız diye düşünüyor. Köpek bağlasan durmaz yerlere 10-20 dolar çekiyorlar, yüksek sezonun en sıcak zamanı sonuçta.
Aslında bu bölgede 15 dolara kalınabilinecek en güzel yerde kalıyormuşuz diye kanaat getiriyoruz ve paşa paşa otelimize dönüyoruz. Motor kiralayıcılara uğruyoruz ve 6-7-8 dolara motor bulurken bizim resepsiyoncumuz bize 5 dolara bir motor ayarlıyor. Boşuna uğraşmışız, en iyisini zaten bulmuşuz!
Motorumuz Suzuki, lastikleri bitmiş, frenleri idare eder, hız göstergesi ve takometre onbinlerce kilometre önce rahmetli olmuş, otomatik vites bir külüstür. Ama tıkır tıkır çalışıyor ve 5 dolar.
Koyları gezelim diye kiralıyoruz motoru. Mazotumuzu yine sokaktaki 1 litre cam pepsi şişelerinde satışa sunulan büfelerden alıyoruz. Benzinciyle aynı fiyata satılıyor bu benzin, muhtemelen bir litre değil, 100 gram daha az koyuyorlardır, ayriyeten kaçak dır da mazotları. Banane, motor gidiyor her şekil, bana kolay olan bu, kazansınlar sokaktaki satıcılar.
Koylara gidiyoruz. Victory beach uzuuun bir koy, bol kum, ama bir sürü de insan var. İlerliyoruz, bir otelin özel koyuna geliyoruz. İn cin top oynuyor. Motoru park ediyoruz, denize girmek için hazırlanıyoruz, bir bakıyoruz bekçi geliyor ve bizden 5 dolar istiyor. Kişi başı. Neden? Şezlong falan da yok ortalıkta. Otelin özel plajıymış, burada denize giremezmişiz. 5 doları da cebe atacak serseri. Hayalimizdeki koy değil di zaten burası, serinlemek için girecektik, ama bu herif de soğuk su etkisi yarattığı için devam ediyoruz. Bambaşka bir koy, yolu kötü, bir çöplüğün içinden geçiyoruz, çöplükten sonra bir otopark. Koku felaket. Bu bölgenin en güzel Tom Yum unu yapan yermiş, ama çöplerini toplamaya akıl edemiyorlar. Yolumuza devam. Daha denize giremedik! Yine bir koy, limana bakıyor, tüm kulübeler, yemekciler sahili kapsamış, denize girilecek yer yok ve her yer yine çöp içinde. Kamboçyalı! Çok yazık ediyorsun güzelim koylarına! Sanayi bölgesi, gemiler, büyük otel inşaatları, biz en iyisi dönelim geldiğimiz yere! Pzar Leu ya uğrayalım. Yeni Pazar. Meyve alalım, bakınalım.
Kocaman barakuda balıkları, midyeler, karidesler, kurutulmuş tuzlama balıklar, vatoslar. Temiz bir yer, satıcılar da güler yüzlü. Karpuz, mango ve ananas alıyoruz, karpuz minik, tek yemelik, 75cent, ananas da kilosu 1 dolar, mango da 1 dolar.

Mutfağım olsa neler neler alırdım ve ne ziyafetler çekerdik, çekdiriridik…



Bu alışverişimizden sonra Otres beache kadar gidelim diye karar veriyoruz. O insan yoğunluğu yok oralarda. Hele sahilin en uçtaki otelde insanlar şezlong üstüne yayılmış, gevşek gevşek etrafı seyrediyorlar. Kimsecikler yok, sadece 10 turist. Kulübeler çok güzel yapılmış. Tekneye benzetilmiş, tekne üstünde bir kulübe. Ve hepsi denize bakıyor, kapısı açık, ferah, kumu sahili adaları seyrediyor. 15 dolar geceliği! Biz buraya gelelim en yakın zamanda! Aradığımız yer burasıymış! 

Adalara gitmesek de olur, yeter ki burada takılalım. Yer varmı sorusuna cevap alamıyoruz. İnsanlar uzattıkca uzatıyorlarmış, bu yüzden rezervasyon da almıyorlarmış. Biz bir hindistancevizi içiyoruz, sonra da içini kaşıklıyoruz. Denize de giriyoruz. Deniz muhteşem, manzara müthiş. Cennet. Sabah gelin belki yer ayarlarız diyor kadın. “Çantalarla buraya gelmek pek de kolay olmayabilir, yeri ayarlayalım da öyle gelelim bari” diye başka yerlere bakınıyoruz. Komşuları da çok güzel yerler yapmışlar, bazıları 20-30 dolar başkaları da 15 dolar. Bir tanesi bize depoyu 10 dolara vermeye kalkıyor, duvarı yok, yaına duvarını yaparım diyor bir de.
Banana resort da yer varmış yarına, 5 dolar deposit veriyoruz ve dönüyoruz. Geceye kalamayalım. Güneş batımını ama göz ucuyla yakalıyoruz.


Yolda Lemis motorun üstünde sızıyor, odaya getiriyoruz, haline bakın:

Otelimize dönüyoruz, meyve saati. Meyvelerimizi alıp sahile gidiyoruz. Sahilde yere çömeliyoruz ve meyvelerimizi soyuyoruz. Yanında da birer bira. Lemis hoplayıp zıplarken düşüp dizini yaralamış, ona dondurma sözümüz vardı, sözümüzü tutuyoruz. Sonra da 11 adet sübye ızgara, 2 dolara satıcılardan alıyoruz, bunlarla birlikte beachclub ların birtanesine oturuyoruz, BBQ ısmarlıyoruz ve sübyelerimizi yiyoruz.


Bu sübyeler de iyice pişmeyince hiç yenilmiyor. Sümük gibi, bir de tadı da sümük gibi olunca kalıyorlar. Ben onları ızgaraya atıyorum ve iyice pişene kadar zaten benim de BBQ balığım da geliyor. 3 dolar a koca tabak, bira da 50 cent, burada yaşanır be! 3-5 biradan sonra uyku vakti geliyor.

Lemisi banyoya soktuktan sonra uyku bastırıyor. Ben okuduğum kitabın 60 sayfasını okuyorum, çok etkileniyorum bu kitaptan. 1975 yılında Khmer Rouge Kamboçyayı ele geçiriyor ve zulüm başlıyor. Loung Ung, küçücük kız olarak kendisi gördüğü ve ailesiyle yaşadığı olayları dile getiriyor. Mutlaka okunmalı bu kitap. Çok sürükleyici ve üzücü bir hikaye. Loung Ung, “first they killed my father”, “ a daughter of cambodia remembers “ adlı kitabı Kamboçyayı tanımak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim. Moralimi bozuyor ayrı konu…

27.1.2012
Bugün bir rüya gibi koya yerleşeceğiz, çok heyecanlıyız. Sabah kahvaltımız yine müsli, yanında iki bal gibi mango ve parmak muz.





Kahvaltımızı yaptıktan sonra 3 günlük oda paramızı ödüyoruz, 15 dolardan günlük toplam 45 dolar. Le jardin aux hibiscus, resepsiyonistler ve tüm çalışanları çok samimi, ilgili ve güler yüzlü. 15 dolar da gayet mantıklı fiyat burası için.

2 kocaman sırt çantası, bir küçük sırt çantası, bir fıkırdak Lemis, bir de poposu acıyan, çukurlara girince viyaklıyan bir Ayşegül ile ben motora binip 6 km lik mayınlarla (kum tuzakları, derin çukurlar, çakıl taşları) döşenmiş toprak yolunu geçeceğiz, ve yolda hem çanta, hem Lemis firesi vermeyeceğiz. Başarıyoruz, ancak bizim önceki gün depositosunu verdiğimiz bungalowda kalan kişi uzatmaya karar vermişmiş! Kadınla tartışıyoruz, ve Ayşegül de fena kıl kapıyor kadına. Neyse, biz başka yere bakınalım derken kadın koşa koşa geliyor ve odamızı ayarladığını söylüyor. Tabii odayı ayarlamasında da Ayşegülün 4-5 gün kalmak istediğimizi söylemesinin de etkisi vardı elbette.
Cinderella bungalow lar Otres beach in en sonunda, burası da çok hoş bir yer, ama biz banana bungalowları tercih ediyoruz, kulübemizin önünde bize ayit bir mini koy var, kum bembeyaz ve incecik, ağaçlar arasından tertemiz denize girebiliyoruz, önümüzde deniz ve ada.  Lemis için de ideal burası, çünkü deniz çok sığ ve yavaş yavaş derinleşiyor. Merkeze uzak olsa da motorumuz var popomuzun altında.
Yok ya, cennet burası! Kendi koyumuza bakarak mini ananas soyuyorum, bir lobster satıcısı geçiyor, ondan da on adet orta boy istakoz alıyoruz, bize bir güzel soyuyor onları ve ayaküstü iki dolara Türkiyede 100 liraya yiyemeyeceğimiz deniz ürünlerini süpürüyoruz. Üstüne bir de tatlı olarak mango ve ananas.




Biraz denize giriyoruz, ben “first they killed my father” kitabıma devam ediyorum. Bu kadar güzel bir ülkede bunca meyve sebze, deniz ürünleri varken nasıl bir milyon dan fazla insan açlıktan ölebilmiş, akıl mantık almıyor. Daha 35 yıl önce pirinç tarlalarını ekip biçen insanlar kendi ektikleri mamülleri yiyemeden açlıktan ölüyorlarmış. Silah pahalı, ne yapsınlar…
Fena etkiledi beni bu kitap, çevreme bambaşka bir göz ile bakmaya başladım. Özellikle 35 yaş üstü insanları bacakları, kolları kopmuş vaziyette sokakta dilenirken görünce, bizim ne kadar şanslı olduğumuzu tekrar göz önüne koymuş oluyor. Rahat kıçına batmış bir sürü insan zırlayıp dursunlar, bu Kamboçyalı insanların hepsinde bir içten gülümseme var. Samimi bir gülümseme. Anı yaşama sevinci, geçmişi ve geleceği değil.
Biz de geleceğimizi düşünüyoruz… Ananas bitti, karpuz çok güzel, mango da bitti, yulafımız da yarına dayanmaz, erzak almamız lazım.
Motora biniyoruz ve şehre iniyoruz. Lemis yine yolda uyukluyor! Motorun üstünde uyukluyor, koca yatakta uyumuyor! Sıpa! Pazaryerinde, “Pzar Leu” yani yeni Pazar, muz ve mango satıcımız var, onu tekrar buluyoruz ve 3!! Kilo mango, 4!! Adet karpuz alıyoruz, ve 5!!!! Adet de ananas. Hahaha. Yulafımızı da bir markete girip oradan almak istiyoruz, bir bakıyoruz, “treehouse” t-shirt lü biri kasada bir barı dolduracak kadar çeşitli çeşitli içkiler alıyor. Bu kesin Bora! Ayşegül yanına gidip “merhaba” diyor, Bora da tabiî ki şaşırıyor, “merhaba, nasıl yani!” Treehouse bungalows Koh Rong adasında bir yer. Muhteşem koylar içinde ağaç evler. Yer bulamadığımızdan oraya gelmediğimizi söylüyoruz, o da “bir şekil yer ayarlanır canım” diye avutuyor bizi. Yeni bir bar açıyorlarmış, bu yüzden de bu alışverişi yapıyorlarmış. Bakalım, belki de gideriz adalara.
Yulafımızı ve sütümüzü bu markette bulamıyoruz, çıkışta Bora tekrar yanımıza geliyor ve bizi Birant ile tanıştırıyor! Birant Rus firmasında çalışıyormuş ve buralı bir kadınla evlenmiş. Şimdi Sihanoukville de yaşıyorlarmış. Bora da yeni tanışmış onunla, ama hemen bizi de tanıştırıyor. Belki birlikte buluşup biraz vakit geçiririz diye yine kartvizitlerimizi veriyoruz. Ben çok isterim buluşmayı, mutlaka ayarlamaya çalışalım.
Motora iki litre benzin alıyoruz, bir iki markete daha girp çıkıyoruz, hiçbir yerde bizim yulafımız yok. Ne bağımlı olmuşuz bu yulafa be! Ama sabahları en güzel kahvaltı da bu be kardeşim!
Sahile park ediyoruz, Lemise çikolatalı dondurma alıyoruz ve biz de popomuzu bir sahil bara yerleştiriyoruz ve akşam biralarımızı içiyoruz. 50 cent bir bira, buz gibi nasıl güzel gidiyor! İstersek çerez olarak sübye de alabiliyoruz dolaşan satıcılardan, tavuk kanadı pek güzel görünmüyor hiçbir zaman. Ama şu istakozlar da ağız sulandırıcı! Abartmayalım, biz güneş batmadan eve dönelim de kulübemizde de rahat rahat oturalım.
Dönüş yolunda bir sıkıntı yok, tüm tuzakları ezberlemişiz. Karnımız acıktı yine. Strawberry restaurant var hemen karşımızda, bakalım ne yemek varmış. Fried noodles, deniz ürünlü, bana da Khmer soup, limon otlu. Yediğimiz en güzel noodle ve içtiğimiz en güzel çorbalardan bir tanesi. Çorbam balıklı, koca koca balık küpleri var. Lemis de noodle lara yumuluyor. 2.50 çorba ve 3.50 noodle. Fiyatlar da çok fena değil. Internet ihtiyacımızı da karşılıyoruz, ve çok geç olmadan kulübemize dönüyoruz.
Lemis uyumak istemiyor yine, gözlerinden uyku aksa da direniyor. Sonunda Ayşegülü uyutuyor, benden de fırçayı yiyor. Dışarıda oturup blog yazmak istiyordum, ama yağmur yağınca kulübenin içine sığınmak zorunda kaldım. Umarım çatımız yağmuru geçirmez.

28.1.2012

Sabah kalkar kalkmaz denize koşuyoruz. koşmak ne demek, mesafe yok ki, hemen sulardasın zaten. Masmavi okyanus, cup, cup.


Lemisin dizi acıyor diye denize girmedi, öğlene kadar dayanamadı ama, "annecim benim mayomu giydirir misin?" arkasından çıkıp çıkıp suya atlayıp "oh, deniz çok güzelmiş."





Mango, ananas, muz, yulafezmesi kahvaltısı, ve gün içerisinde karpuz ananas mango triosu. çişimiz sarı değil artık.
özel koyumuzda özel keyif. Ben kitabımı bitirdim, Ayşegül de ders çalışmaya çalıştı. Lemis de bütün gün denizde hayali arkadaşlarıyla oynadı. Bir ara üzgün bakmaya başladı denizin içinden bize doğru, meğer Reva diye adlandırdığı bir arkadaşı kaybolmuş, hem de gerçek insanmış. Burcu ve Neptün, bebişin adını Lemis'e söylememiştik ama kendisi Reva diye bir arkadaş kendiliğinden ediniverdi bile. İngilizce okunuşu aynı.


Bütün gün "köksal beach " de keyf yaptıktan sonra motorumuza atlayıp yan koylara gidelim dedik, yola çıkar çıkmaz Lemis yolda sızdı. Bir beach bar kestirdik gözümüze ve yatırdık. kendimize birer bira ve relax.
Yeni kitabım "biography of Pol Pot", Kamboçyayı ve insanlarını 1976 dan 1980 e kadar rezil eden psikopatın hayat hikayesi. Sayfa 6 da uyukladım.



Lemis uyanınca kulübemize döndük ve sonra da bizim dünkü restorana, "strawberry" ye gittik. tekrar aynı yemekleri söylesek de aynı dünkü gibi çıkmadı. porsiyon yarıya düşmüş, deniz ürünleri de en aza indirilmiş, çorba da soğanlı su çorbası oluvermiş.
olmamış.
elektrikler de kesiliyor, zifiri karanlıkta oturuyoruz. mumlarımızı yakıyoruz ve romantik yapıyoruz üçümüz.


29.1.2012 Pazar Otres beach

Ne işimiz vardı bugün? Ah, evet! Denize girmek, çok işimiz var, çook!

yemeklerimizi denizde yiyoruz

Erkenden başlıyoruz bu görevimize. Denizin tadını çıkarmalıyız. Önce standart kahvaltı, önce bir kilo mango eriyor damaklarımızın altında, öğleye doğru da bir karpuz, birkaç mango daha yutuluyor.

dişlerimizi de denizde fırçalıyoruz


Tüm gün bulutlu olduğu için fazla pişmiyoruz da, hava sıcak, ama bulutlu. Deniz de çok güzel.
Bunca yoğun bir günden sonra biraz da istirahat lazım be, bu yüzden de biraz da denize giriyoruz tekrar.

Sıkıntı basıyor, rahat batıyor, canımız sıkılıyor. Kitaplarımı da bitirdim, yeni bir kitaba başladım, o da pek sarmadı beni. Hadi adalara gidelim, Bora ne yapıyor, işletme görelim, belki benim de bir yardımım dokunur, bir şeyler görüp öğrenebilirim.
Akşam olmadan şehre inelim, adalara biletimizi alalım, belki bir şeyler de yeriz. Yoğun bir güneşlenmeden sonra bir değişikliğe de ihtiyacımız var, bu yüzden motora atlıyoruz ve merkeze gidiyoruz. “Banana travel” “Big and Easy” Guesthouse un yanında, Boraların işlettiği bir tur acentası. Boranın eşinin kardeşleri burada çalışıyor, Bora ya “abi” diyorlar. Biletimizi 15 e değil on dolara alıyoruz kişi başına, bize bir de treehouse da yer ayarlamaya çalışacakmış. Telefonla konuşuyoruz ama bağlantı rezalet, zar zor konuşabiliyoruz. Bu yoğun tempoya kim dayanır? Bu yüzden her zamanki gibi “co co shack” beach bara gidiyoruz. Orada oturduktan sonra da evimize dönüyoruz. BBQ yedik, biralar içtik, bilmem, söylememe gerek varmı?




Gark

Kulübemize döndüğümüzde yağmur başlıyor. Ama feci bir yağmur. Bu yağmura da dayanıyor bizim kulübe.
Gece Lemisin ateşi çıkmaya başlıyor. Eyvah. Soğuk suyla biraz azaltmaya çalışsak da Calpol seansına başlıyoruz. Çok güneşte kaldı desek, pek doğru değil, çünkü sürekli bulut vardı. Başına ya güneş geçtiyse? Tüm geceyi ateş ölçerek geçiriyoruz, İbufen de veriyoruz bir ölçek, ancak o biraz da indiriyor derecesini. 39 dercenin üstündeyiz.

30.1.2012 Pazartesi Sihanoukville

Sabah erkenden uyandık, denizimize girdik ve eşyalarımızı toparladık. Saat 9 gibi çıkışa hazırdık. Lemisin ateşi 38 lerde, biz de azalıyor diye sevindik. Şehire inelim, teknemiz saat 13 de kalkacak, Benim banka işlerim var, onları internet varken hallederim, ve adaya gidebiliriz.

İki koca sırtçantası, bir küçük sırt çantası, 1 karpuz ve üç kişi yine motorumuza bindik ve krater delikleriyle döşenmiş yağur yemiş kırmızı çamur yoldan merkeze, dönüşe geçtik. Bu sefer fotoğrafımızı da çektirdik ama.


Çantalarımızı “banana travel” a bıraktık. Tüm çalışanlar zaten bizim Borayla akraba olmuş, Kamboçyalılar bol çocuklu olduğu için bir sürü enişte, kayınço falan oluvermiş, biz de akraba sayılırız, Bora Bostancı dan, ee biz de Caddebostanda yaşadık bir süre…
Şehire geldiğimizde Lemisin gözleri kızarmaya başlamıştı yine. 39 dereceye fırlamış yine. Motoru “Le jardin aux hibiscus” daki resepsiyoncuya bırakmıştık. Rica ettik, motoru tekrar alabilirmiyiz diye, o da kendi motorunu bize veriverdi. Biz de bugünkü tekne biletimizi açık bilete çevirdik ve hastaneye gittik.
Hastane bizim sağlık ocaklarına benziyor. İki giriş var, biri özel sigortalılar için, temiz klimalı ve boş, öbürü de dolu, sıcak ve karman çorman. Girişte on tane yatak, hepsinde birer hasta, orada iyileşmeye çalışıyorlar. Bir adam oturmuş, serumunu bir eliyle yukarı tutuyor, öbür kolunda iğne takılı, bana gülümsüyor. Sanki kahvede oturup çevreyi seyrediyormuş gibi bir hali var.
Özel hastayız, bize özel muamele. Klimalı odaya giriyoruz ve doktoru bekliyoruz. Asistanı bizi yalnız bırakmıyor, Lemisin kilosu falan, bilgiler topluyor. Lemis dereceyi görünce panikliyor. Bizim dijital Braun Thermoscan derecemize benzemediği için iğne zannediyor ve bas bas bağırıyor. Neyseki bizim ölçerimiz yanımızda. 39 derece çıkıyor yine. Doktor geliyor, boğazına bakıyor(yine panik, o tahtanın ağzına değmesini hiç, ama hiç istemiyor), Boğaz kırmızı. Kusma yok, ishal yok. Virütik olma ihtimali yüksek, ama bulunduğumuz ülkeleri göz önüne alırsak, sıtma, dengue ateşi, ve bilmem ne tropik hastalıklarına karşı da bir test yaptırmak istiyor. Kan alması lazım. Lemis bunu duyunca fena çılgınlaşıyor, çok korkuyor iğneden. Biz tutuyoruz, o çırpınıyor, hemşire de, tek seferde, sağolsun, kanını alıyor. Kolunu tutamayan asistan da yara bandını öyle bir yapıştırıyor ki, etini ve kıllarını birleştiriyor, o da acıyor. 10 dakika bağırma, sayıklama, hastaneyi ayağa kaldırmadan sonra bizim küçük Türk borazan sakinleşiyor. Saat üç gibi sonuçları alabilirsiniz diyor doktor. 35 dolar para ödüyoruz ve çıkıyoruz.
Saat bir, bizim tekne bizsiz kalkacak artık. Bizim de canımız sıkıldı, hasta olursa ne yaparız? Hemen ilk uçağa binip eve döneriz, ama sıtma da grip gibi bir hastalık değil ki! İnternetten araştırmaya başladığımızda zaten okumayı kesi veriyoruz. Bunları önceden düşünseydik hiç yola çıkamazdık. Bu yüzden içimizi ferah tutuyoruz, tekrar “Le jardin aux hibiscus” otelimize yerleşiyoruz ve saat 3 e kadar başka şeyler düşünmeye çalışıyoruz. Mesela çantamızı boşaltıp tekrar düzenlemek geliyor Ayşegülün aklına, ben de tamam diyorum ve çantalarımızı boşaltıp tekrar yerleştiriyoruz. Hani haftasonu evde rahat rahat oturmak isterken eşin gelip de “şu koltuğu buradan şuraya alsak, şu büfeyi de şuraya koysak nasıl olur acaba, kocacım??!” boş zaman doldurma olayı işte.
Neyseki fazla abartmıyoruz, bir çantadan sonra işin anlamsızlığını ikimiz de kavrıyoruz. Lemis ile oyun oynuyoruz, onunla birlikte “Angry Birds” ile yeşil domuz eziyoruz ve saatimizi bekliyoruz.
Saat üçe gelirken Tuktuk lara gidip hastaneye fiyat soruyoruz. 8 dolar! Nediyon kardeşim! Dört dolara iniyor, ama kılız şu tuktuklara. Resepsiyoncu arkadaşımız bize 3 saatliğine motor ayarlıyor, 2 dolara, hem tuktuk beklerken biz stres olmayacağız, hem kazıklanmamış olacağız. Zırt diye gidiyoruz zaten hastaneye.
Sıtma mıtma yok, kocaman bir OH çekiyoruz.
Pazardan büyük bir dal muz alıyoruz ve otele geri dönmeden yemek yemeye gidelim diyoruz. “Holy Cow” diye bir restoran varmış, önünden geçmiştik, ünlüymüş baya, çünkü yemekleri gayet güzelmiş. Bir potato jacket (kumpirin bıdığı), ve balıklı bir Khmer yemeği. Porsiyon biraz ufak, tadı çok güzel ama. Hele muzlu lassi( muzlu süt, yoğurtlu)kaymak gibi.

Otelimize dönüyoruz. Polise yakalanmamaya çalışıyoruz bu arada, çünkü Kamboçyada türk ehliyetini bırak, enternasyonal ehliyet bile geçerli değilmiş. İllaki Kamboçyalı ehliyet olacakmış. Önemli değil, polislere gelir kaynağı yapmış devlet, akıllı iş… Motorların hiç birinde plaka falan da yok zaten. Her yaş motor kullanıyor. Motorların üstünde ortalama iki buçuk insan var zaten (hayvanları saymazsak).

Otelimize dönüyoruz, motorumuzu yine bırakıyoruz. Lemise omlet yedirmeye gidiyoruz, ateşi yine çıkmakta. Ama keyfi yerinde. Zıp zıp zıplıyor sürekli, uykusuz halınden farklı değil. Hiper çocuk oluyor bu durumlarda. Çok da şeker! Dondurma sözümü de tutuyorum. Beraber sahile inip yine bizim “co co shack” beach barımızda oturuyoruz, birer akşam birası içiyoruz. Mangalcı teyzeler dolaşıyor, “on adet sübye lütfen, iyi pişmiş olsun abla” biranın yanında iyi gidiyor mürekkep balıkları.





Otelimizde Lemisi bir güzel soğuk suyla bağırtıyoruz, ateş düşürme operasyonu… Kendisi suyla oynamayı sevdiği için sudan çıkmak istemiyor ama.







Lemisi uyutuyoruz, Ayşegülün aile çocuk doktoru teyzesinden de skype ile ateş ile ilgili bilgileri topladıktan sonra içimiz ferahlıyor ve yarınki ada serüvenimize çıkmaya karar veriyoruz sevgili okuyucular. Çok teşekkürler Meral teyze!
İki saat uzaklıkta, çok sorun olursa helikopter kaldırırım artık. (sponsör buluruz, Lemisin hayran kitlesi var sonuçta)

alttaki resimler Lemisin ateşli hali, hipere bağlıyor ve böyle oluyor:




İnternet minternet yok adada, elektrik ve su kısıtlı, Robinsonun adasına gidiyoruz yarın. Birkaç gün ses çıkmazsa şaşırmayın, yüklü bir blog gelir yakında, söz…